Close Menu
    X (Twitter) YouTube
    İKAN Akli İlimler MerkeziİKAN Akli İlimler Merkezi
    • Ana Sayfa
    • Hakkımızda
      • İstanbul Sultanahmet Vakfı
      • ÎKÂN Nedir?
      • Müfredat
        • Türkçe Müfredatı
        • Arapça Müfredatı
      • Eğitici Kadromuz
    • Blog
      • Osmanlıca’dan Günümüze
        • İlmi Yazılar
        • Biyografik Yazılar
        • Hakkında
        • Kurallar
      • Bir Şeyhülislam’ın Kaleminden
      • Latin Harfli Makaleler Serisi
      • Telif Makaleler
    • Müellifler
      1. Abdurrahman Beşikci
      2. Ali Himmet Berki
      3. Ahmed Hamdi Akseki
      4. Babanzade Ahmed Naim
      5. Baha Tevfik
      6. Bursalı Mehmed Tahir
      7. Cevat Rifat Atilhan
      8. Elmalılı Hamdi Yazır
      9. Hacı Necib
      10. Hasan Basri Çantay
      11. İzmirli İsmail Hakkı
      12. Mehmed Hakkı
      13. Muhammed Salih Yıldız
      14. Muhammet Maşuk Aktaş
      15. Muhsin-i Fânî
      16. Mustafa Sabri Efendi
      17. Ömer Nasuhi Bilmen
      18. Tahir Büyükkörükçü
      19. Taşköprîzâde Ahmed Efendi
      20. Yakup Dönmez
      21. Yusuf Esad Özgüner
      22. View All

      Mantık-Tefsir İlişkisi III: Enfâl Suresi 23. Ayetin Tefsiri II

      7 Ocak 2025

      Mantık Nahiv İlişkisi IV: Mütekellim Yâ’sına Muzaf Kelimenin İrabı

      17 Aralık 2024

      Mantık-Nahiv İlişkisi III: İnşâî Cümleler Haber Olabilir Mi?

      15 Ekim 2024

      Mantık-Nahiv İlişkisi I: Dilin Mantığı, Âlûsî’nin Katru’n-Nedâ Haşiyesinden Bir Örnek

      25 Temmuz 2024

      Mecelle

      25 Aralık 2024

      İslâm’ın Maksat ve Gâyesi (Cemiyeti Islah)

      13 Kasım 2024

      İslam’da Tevekkül

      30 Ekim 2024

      Osmanlılarda Yetişen Büyük Türk Alimleri: Sinan Paşa

      9 Ekim 2024

      Mâddiyyûn ve Meslekleri – III

      27 Temmuz 2024

      Mâddiyyûn ve Meslekleri – II

      20 Temmuz 2024

      Allah’a İbadetin Felsefesi II

      29 Mayıs 2024

      Allah’a İbadetin Felsefesi I

      22 Mayıs 2024

      İlm-i Tarih, Sıdk-ı Nübüvvet-i Muhammediyyeyi Cenâb-ı Peygamberin Sûret-i Neşʾet Ve Zuhûruyla İsbât Eder

      1 Haziran 2024

      Felsefe-i Hâzıra – Kant III

      24 Ağustos 2024

      Felsefe-i Hâzıra – Kant II

      17 Ağustos 2024

      Felsefe-i Hâzıra – Kant

      10 Ağustos 2024

      Bir Şeyhülislam’ın Kaleminden Muasır Problemlere Cevaplar XIX

      27 Aralık 2024

      Şeyh İbrahim Hakkı Erzurûmî

      15 Kasım 2024

      Şârih-i Fusûs Abdullah Bosnevî

      21 Eylül 2024

      Sipâhîzâde Mehmed bin Ali

      7 Eylül 2024

      Asrî Ehl-i Salib : Siyonizm

      26 Haziran 2024

      Ulûm-ı İslâmiyye – Aleme Bir Nazar

      6 Temmuz 2024

      Şerʿ-i Şerîfin Her Emri Bâis-i Saâdet, Mûcib-i Rifʿat; Her Nehyi Muhâfaza-i İffet, Lâzıme-i Dikkattir

      28 Eylül 2024

      Dünya Umranında Ahirete İnanmanın Tesiri

      10 Temmuz 2024

      Dünya Umranında Ahirete İnanmanın Tesiri

      10 Temmuz 2024

      Bir Şeyhülislam’ın Kaleminden Muasır Problemlere Cevaplar XIX

      27 Aralık 2024

      Yeni İlm-i Kelâm Hakkında II

      14 Aralık 2024

      Yeni İlm-i Kelâm Hakkında I

      9 Kasım 2024

      İslam’da Tekâmül Nazariyesi

      3 Temmuz 2024

      Şeyh İbrahim Hakkı Erzurûmî

      15 Kasım 2024

      İfâdecik

      5 Ekim 2024

      Medrese İtikadları Dergisinin Kelamî Muhtevası II

      16 Temmuz 2024

      Medrese İtikadları Dergisinin Kelamî Muhtevası I

      11 Haziran 2024

      “Kitâb” ile Kitap Mâhiyetlerinin Farkı ve Küllî Bir Okuma Adâbı Meselelerini İhtiva Eden Bir Risâle

      6 Mayıs 2025

      İslam’ın Ortaçağ’ı Olup Olmadığını Neden Bauer Tartışamaz?

      30 Temmuz 2024

      Hissiyât-ı Diniyye

      25 Ocak 2025

      Yeni İlm-i Kelam Yazılmalı mı Yazılmamalı mı ?

      2 Kasım 2024

      Hikmet-i İslâmiyye

      14 Eylül 2024

      Îkâz

      31 Ağustos 2024

      Talebe-i Uluma

      15 Şubat 2025

      Bir Şeyhülislam’ın Kaleminden Muasır Problemlere Cevaplar XXIV

      7 Şubat 2025

      Bir Şeyhülislam’ın Kaleminden Muasır Problemlere Cevaplar XXIII

      31 Ocak 2025

      Bir Şeyhülislam’ın Kaleminden Muasır Problemlere Cevaplar XXII

      24 Ocak 2025

      Tevhîd-i Bârî

      8 Şubat 2025

      Kâinata Bir Nazar

      1 Şubat 2025

      Hissiyât-ı Diniyye

      25 Ocak 2025

      Şuhûr-ı Selâse Münasebetiyle Nasihat

      1 Ocak 2025

      İslam’da Edeb

      18 Aralık 2024

      İslam’da Tefekkür

      11 Aralık 2024

      Bir Osmanlı Alimi Hangi Kitapları Okurdu : Taşköprîzâde Ahmed Efendi Örneği

      3 Şubat 2024

      Şehbenderzâde ve Ömer Nasuhi Bilmen Bağlamında XX. Yüzyılda Tabii Din Teorisi Eleştirileri

      23 Temmuz 2024

      En Sevgili’ye: Dua II

      5 Kasım 2024

      Bizde Feylesof Niye Yetişmedi?

      31 Mayıs 2025

      Aile Terbiyesine Dair: İyi Terbiye ve Fena Terbiye

      24 Mayıs 2025

      Aile Terbiyesine Dair: Küfüvlük

      17 Mayıs 2025

      Aile Terbiyesine Dair : Alınacak Kadın

      10 Mayıs 2025
    • Başvuru
      • Arapça Başvuru
      • Türkçe Başvuru
    • Haberler
    X (Twitter) YouTube
    İKAN Akli İlimler MerkeziİKAN Akli İlimler Merkezi
    Ana Sayfa»Blog»Yeni İlm-i Kelâm Hakkında II
    Blog İlmi Yazılar İzmirli İsmail Hakkı Müellifler Osmanlıca’dan Günümüze

    Yeni İlm-i Kelâm Hakkında II

    14 Aralık 2024Yorum yapılmamış8 Dakika
    PDF İndir

    Sebilürreşad Cerîde-i İslamiyyesine

    Şeyh Muhsin-i Fânî ez-Zâhirî Hazretlerine 

    Üstâd-ı muazzez, dîn-i mübîn-i Ahmedî’ye davetin istinâdgâhı hüccet ve burhândır. Hüccet ve burhân bâ-ahkâm-ı dînî kalblere yerleştirmek veya muârızları susturmak kasdıyla ityân olunur. Birinci husûs hikmet ve mevʿiza-i hasene ile, ikinci husûs hüsn-i cidâl ile husûl bulur. Kur’ân-ı mübînin irşâd ettiği hüccet ve burhân delîl-i naklî olduğu gibi delîl-i aklî de olur. Fıtrât-ı asliyye üzre kalanlara kanaat-bahş hitâblar, ibret-âmîz sözler işe yarar. Her asra göre yeni bir kisve iktizâ eden hasımları iskât içün o asra yarayan silâh ile müdâfaa fâ’ide-bahş olur. Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i İbrâhîm aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın mücâdelesi vardır.

    Bundan başka mücâdele-i hasenenin sûretine aid âyât-ı celîle vardır. Tarîk-i da’vet ve irşâd

    herkes içün bir değildir, halkın kimi burhân-ı aklî ister, kimi iknâ-i felsefî ister, kimi ilzâm-ı mantıkî ister.

    فمن منح الجهال علما أضاعه      ومن منع المستوجبين فقد ظلم

    Kur’ân-ı mübîn ancak bilâ-ilm cidâlde bulunmayı, hakkın zuhûrundan sonra cidâlde bulunmayı, hakkı mahv etmek için bâtıl sözlerle cidâlde bulunmayı bir hüccet olmaksızın âyât-ı ilâhiyyede cidâlde bulunmayı men’ ediyor yoksa bir dâire-i ilm ü edebde cidâli men’ etmiyor. Kitâb ve Sünnet ile nehy olunan umur Muhassalü’l-Kelâm ile Yeni İlm-i Kelâmda mezkûrdur.

     Artık tarîk-i cedelîyi sülûk ederek muânidîni ilzâm için hüsn-i mücâdeleyi iltizam eden bir ilim neden bî-lüzum olsun? Yeryüzünde muârızlar kaldıkça o asra göre ilm-i kelâm lâzım ve müfîd olur. Eimme-i selef tamâmiyle cidâlde bulundular, re’sen veya müdâfi’ âsâr-ı nâfia tasnîf ettiler.

    Nitekim İmam Şâfiî, Hafs el-Ferd ile, Bişr ibn el-Velîd el-Kindî İshak ibn İbrahim ile, Abdülazîz ibn Yahyâ el-Mekkî, Bişr-i Merîsî ile mebâhisde bulundular. Selef-i ümmet kânûn-ı iknâî ile mübâhesede bulunurlar idi. İstidlâli, nazarı, reyi, kitab ve sünnetin emrettiği cedelî, hak olan kelâmı aslâ inkâr etmezler idi. Onların inkâr ettikleri cihet ancak şerʿe ve akla muhâlif olan kelâm idi. İmam Ahmed’in, Dârimî’nin, Buhârî’nin, İbn Ebî Hâtim’in, Ebû Dâvûd es-Sicistânî’nin, Ebû Bekr el-Esrem’in, Ebû Bekr el-Hallâl’in, İbn Mende’nin, Ebû Osman en-Nîşâbûrî’nin, Ebu’ş-Şeyh el-İsfahânî’nin, Ebû Bekr ibnül-Münzir’in, Ebû Cerîr et-Taberî’nin ilh. mübtediʿayı red hakkında kitabları vardır. İmam-ı Azam Ebû Hanîfe de Basra fakihi Osman el-Bettî’ye mübtediʿayı red hakkında bir vasiyetname yazmıştır. 

    “İnne Rabbeke hüve a’lemü bi-men dalle an sebîlihî ve hüve a’lemü bi’l-mühtedîn” nazm-ı kerîmi “Senin işin davettir. Hidâyet ve dalâl sana âit değildir. Dalâlette kalanlara sıkılma, hidâyet senin elinde değildir. Ancak sen davet, beyân, belâğ sâhibisin” meâline râcidir. Yani beyân ve da’vet bizden, dalâl ve hidâyet Allah’tandır.

    Edîb Hazretleri ilm-i kelâmın mebna-yı âlem ile sâni’-i âleme istidlâlî keyfiyeti kelâmiyyenin ta’rîflerine atıf buyuruluyor. Gâlibâ tehâvün-i zımnî kasd olunuyor. Bu mebnâ tamâmiyle Kur’ân-ı Mübîn’in irşâd ettiği mebnâdır. Bu bâbda müteaddid âyât-ı celîle vardır. Ez-cümle:

     

    1) اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠ – Gaşiye/17

    2) اَوَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ – Araf/185

    3) اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ – Ali İmran/190

    4) اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَۜ – Vakıa/58

    5) اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ – Vakıa/63

    6) اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذ۪ي تَشْرَبُونَۜ – Vakıa/68

    7) اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّت۪ي تُورُونَۜ – Vakıa/71

    8) فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَۜ – Tarık/5

    9) اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفاً وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ – Enam/79

    10) اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَاداًۙ – Nebe/6

    11) تَبَارَكَ الَّذ۪ي جَعَلَ فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَجَعَلَ ف۪يهَا سِرَاجاً وَقَمَراً مُن۪يراً – Furkan/61

    12)  اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشاً – Bakara/22

    Cenab-ı Hakk’ın varlığı küre-i alem ile de bilinir, Şinasi merhumun dediği gibi bir zerre de varlığını bilmeye kâfî gelir. 

    وفي كل شيء له آية    تدل على أنه واحد

    Kur’ân-ı Mübin bu babda bir zerreye hasr etmemiş bir âyet ile iktifa eylememiş, ber-vech-i ma’ruz âyât-ı adîde ile bizleri îkaz eylemiştir. Ancak zerreden kürre-i âlemden Hâlik-i Kayyûm’a nasıl intikal olunur? Eser ile müessir arasındaki nisbet nedir? Zannederim ki bu ciheti de bilmek zarurîdir. İlm-i kelâm bu sahada kaldıkça ne mazarratı ihdas eder?

    Evet pek doğru beyan edildiği vechile Müslümanlık hayatı tevhide bağlıdır, Müslümanları vahdet-i diniye ve itikadiye etrafında toplamak, aralarındaki tefrikayı kaldırmaya çalışmak bir vecibedir. Müslümanların asırlardan beri saadet-i hayattan, huzur-ı kalbden hâib ve hâsir olmaları, dinin mâ ba’de’t-tabîaya aid olan hükümlerini mantığa, akl-ı beşere tâbi bulunduran, nazar ve istidlâli Kur’ân-ı Mübin’e tercih eden, naklî te’vile kalkışan kelâmiyandan neş’et ettiği dermeyan olunur: Saadet-i hayatı, huzur-ı kalbi te’min eden din-i mübin-i Ahmedî’nin ahkâmını ifsad eden kelâmiyat, nazariyat değil; belki “mülûk-i zâlime” ile “ulemâ-i sû”dur. Bu hüsran-ı elîme sâik onlardır. Nitekim pek çok zaman evvel şöyle bir beyit söylenmiştir:

    وهل أفسد الدين إلا الملوك       وأحـبار سـوء ورهبانها

     Her fenalığı kelâmiyata atf etmek, “وَعَينُ الرِضا عَن كُلِّ عَيبٍ كَليلَةٌ وَلَكِنَّ عَينَ السُخطِ تُبدي المَساوِيا” beytinin hükmüne masadak olmaktan başka bir şey olmasa gerektir.

    Ehl-i İslâm Nebi-yi Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretlerinden katiyyen mahfuz olan hususatta, zaruriyât-ı diniyede ittifak etmişlerdir. Zaruriyât-ı diniyeye münkad olan ehl-i kıblenin ihtilâf ettikleri mesâil hakkında Muhassalü’l-Kelâm ve’l-Hikme’de izahat vardır. Bundan başka Muhassalül-Kelâm’daki şu sözler nazar-ı dikkati câlib görülür zannederim.

     “Ehl-i Hak, Ehl-i Kitap ve Sünnettir; Ehl-i Kitap ve Sünnet de mü’minlerdir… Hak ancak Resûl-i Ekrem (s.a.v) ile devran eder, durur; hattâ muayyen bir tâifeye lâzım gelmez, ancak mü’minlere lâzım gelir, mü’minler dalâlet üzere toplanamazlar; Resûl-i Ekrem’den mâadâ efrâdda, mü’minlerden mâadâ tâifelerde hak da bulunur, bâtıl da… Bidʿatler hem hakkı, hem bâtılı mutazammın olur… Resûl-i Ekrem Efendimiz hazretleri bir Cuma hutbesinde “Küllü bidʿatin dalâletün” buyurdukları halde “Ve küllü dalâletin fi’n-nâr” buyurmamışlardır. Buna mebnî Ehl-i Bidʿat ve’d-Dalâl, kasıdlarına göre ma’zûr veya müstahakk-ı ukûbet olur. Kur-ân-ı Mübîn’e zâhiren ve bâtınen ittibâ eden, makâsıd-ı hasene taʿkîb eden, muʿânede-i resûl kasd etmeyen Ehl-i Bidʿat, mücerred kusûr-i nazarlarından dolayı, hakka isabet edemediklerinden mazûr olurlar. Maksadları hakka matûf olmayıp fesâda, nifâka, ilhâda müteveccih bulunan Ehl-i Bidʿat ukûbet-i Bârî’ye müstahak olur. İşte sâbık âzamın olanlar bunlardır.” 

    Görülüyor ki maksadı hakka maʿtûf olduğu halde mücerred kusûr-i nazardan nâşî hakka isâbet edemeyen Ehl-i Bidʿat mazûrdur. Her dalâlet müstevcibi ukûbet değildir; ehl-i bidʿat hakkında bundan daha munsıfâne söz olur mu? 

    İhtilâfât-ı mezhebiyyenin avâmili de zan olunduğu gibi dinden inhirâf etmek, kasten ihtilâf ihdâs eylemek gibi ağrâz-ı fâside değildir. İhtilâfât-ı mezhebiyyenin avâmil-i muhtelifesi vardır. İslâm’da fırkaların zuhûru umûmî ve husûsî olmak üzere iki sebebe mahmûl olur. Sebeb-i umûmî hürriyet-i efkârdır. Sebeb-i husûsî de ya siyâsî veya ilmî olur.

    El-yevm ber-hayât olan marka, Kur’ân-ı Mübîn’e şiddet-i temessükten, fakat fıkh-ı celîl-i İslâmî’ye adem-i vukûfdan nâşî; Şîa Ehl-i Beyt-i Nebî’ye şiddet-i muhabbet dolayısıyla; Cebriyye emr-i ilâhî ile kader-i ilâhîyi cem edemeyerek yalnız kader-i ilâhîye, ilm-i sâbık-ı Sübhânî’ye tazîm sebebiyle; Kaderiyye de kader-i ilâhî ile emr-i ilâhîyi cem edemeyerek bilakis emr-i Bârî’ye, Enbiyânın getirdiği şeye, vaʿd u vaîd-i Sübhânî’ye bi’l-aks ta’zîm sebebiyle; Mürcie vaʿd ü recâyı isbât, vaîd ü havfı nefy husûslarında “gulüvv” netîcesinde; Müşebbihe sıfât-ı celîle-i ilâhiyyeyi isbât husûsunda “ifrât” netîcesinde zuhûr etmişler idi. Bu fırak-ı İslâmiyye’nin hepsinin de nusûs-ı enbiyâda bir şüphesi vardır. Ehl-i sünnet ise cemâat-i müslimînden ayrılan fırkaları red maksadıyla meydana çıkmıştır. Gerek ehl-i sünnet, gerek ehl-i bidʿat olsun hangisi kasden ihtilâf ihdâs etmişler; dînin zevâline, terdîbine çalışmışlardır?

    Zühdleriyle meşhûr olan, şerʿi ta’zîm eden, va’d-i Sübhânî’de ifrât edip fâsıkı mü’min tanımayan Mu’tezile mi? Yoksa cemâat-i müslimînden ayrılmayan, sünnet-i seniyyeye mütemessik olan, şu kadar ki, biraz taksîri görülen Küllâbiyye ve Eş’ariyye ve Mâturîdiyye mi? İnkâr-ı sıfât gibi en şenîʿ bir bidʿati ihdâs eden, Sâbie ve Seneviyye mezheplerinden müteessir olan Cehm bin Safvân’ın tenzîh-i Bârî kasd etmiş olması ihtimâli vardır. Cehm bin Safvân’a tâbi olanlar bir takım derecâta ayrılırlar, mu’tedil kısmı meyânında bir takım fukahâ bile vardır. Her fırka “Mâ ene aleyhi ve ashâbî” hadîs-i şerifenin mefhumuna dâhil olduğunu iddia ediyor. Ebü’l-Hüzeyl ile Nazzâm hakkında ahz-ı sâr etmek gibi bir maksad-ı hafî isbatı müteassir, belki müteazzirdir. 

    Evet zenâdıka, İslâm’a nisbet iddiasında bulunanlar (müntemîn ilâ’l-İslâm) ahz-ı sâr gibi bir takım ağrâz-ı fâside takib etmişlerdir. Fakat bunlar Kaderiyye ve Hâriciyedir, hak ve hakikat taharrî eden fırak-ı İslâmiyeden maʿdûd değildir. Aşk-ı hakikat ile dimağını yoran, İslâm’ı ʿan burhân kabul etmek fikrini takib eden, bu uğurda mücâhede-i fikriyyede bulunan mütefekkirin-i Ehl-i İslâm arasına, vâ esefâ ki karışmış, sıkışmış olan ehl-i fesad ve ilhâd hakkındaki hükmü diğer fırkalara teşmil etmek hiçbir vecihle sahih olmaz. 

    Fırak-ı kelâmiyye’nin mezâhibini nakl dâî-i şübhe görülüyor; acaba kelâmiyât aleyhinde bulunmak daha ziyade dâî-i şübhe olmaz mı? Hasm “Bakın! Bakın! Müslümanların ulemâ diye tanıdıkları adamlar İslâm bedîhiyâtından ahz-ı sâr etmek kastında bulunan dinsizler imiş!” demez mi? Bir vartadan kaçar iken diğer bir vartaya düşmüş olmaz mıyız? 

    Evet gençliği tenvir etmek elzem ve hakikattir. Otuz seneden ziyade meslek-i celîl-i tedriste bulunduğum cihetle gençliğin nasıl tenvir olunacağını bilmiş olacağım. Bugün gençliğin dimağı nazariyât-ı felsefiye ile meşbûʿdur. Akâid-i diniyyeyi kalplerde râsih bir akide kılmak hususunda nazariyât-ı felsefiyyeden, maksada hâdim bir surette istifade etmek, ez-cümle muʿcizât-ı hissiyenin imkânı hususunda Fransız filozofları Boutroux, Bergson nazariyelerini istiʿmâl eylemek, mantıktan müstağni olacak bir kuvveti hâiz olan nazariyât-ı kelâmiyyeyi lüzumu zamanında serd etmek mezmum, makdûh, gayr-ı meşruʿ, gayr-ı maʿkûl bir hâl midir?  Dinin içtimaî, ahlâkî, maʿşerî, ilâhî hakâiki; beşerin müştâk olduğu fevz ü saadetin ve huzur u kalbin ve sükûn u sekînetin ancak Kur’ân-ı mübînin beyânlarıyla kazanılabileceğini; Allah’a, Resûlullah’a, nefse, ebeveyne, akrabaya, beşeriyete karşı olan vezâifi kitâbullahdan bi’l-istihrâc Yeni İlm-i Kelâmın üçüncü kitabında tafsil eyledim.

    Artık İslâm’ı şüpheye düşüren nazarlar ihyâ olunmamakla, dine, Allah’a, Resûlullah’a karşı (hâşâ) tecâvüz-i küstâhlık yoktur. Haybet ve hüsrândan, dalâl ve idlâlden Allah’a sığınırım. فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلا يَضِلُّ وَلا يَشْقَى.

    Ankara  – 5 Ağustos 1339    

    İzmirli İsmail Hakkı 

     

    İzmirli İsmail Hakkı kuran ayetleri muhsin-i fani tevhid Yeni İlm-i Kelam
    Paylaş Facebook Twitter Telegram WhatsApp

    İlgili Yazılar

    Bizde Feylesof Niye Yetişmedi?

    31 Mayıs 2025

    Aile Terbiyesine Dair: İyi Terbiye ve Fena Terbiye

    24 Mayıs 2025

    Aile Terbiyesine Dair: Küfüvlük

    17 Mayıs 2025
    Yorum Yaz Cancel Reply

    Son Yazılar
    • Bizde Feylesof Niye Yetişmedi?
    • Aile Terbiyesine Dair: İyi Terbiye ve Fena Terbiye
    • Aile Terbiyesine Dair: Küfüvlük
    • Aile Terbiyesine Dair : Alınacak Kadın
    • “Kitâb” ile Kitap Mâhiyetlerinin Farkı ve Küllî Bir Okuma Adâbı Meselelerini İhtiva Eden Bir Risâle
    • Aile Terbiyesine Dair
    • Kur’an Nazarında Nefs-i Vâhide Nedir? : Erkeklik ve Kadınlığın Husulü
    • Aile Terbiyesine Dair: Erkeğin Vazifesi
    • Aile Terbiyesine Dair : İzdivaç ve Muhabbet
    • İslam Dininin Kadınlara Verdiği Hukuk
    X (Twitter) YouTube
    ÎKAN Aklî İlimler Merkezi bir İstanbul Sultanahmet Vakfı kuruluşudur. © 2015

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.